bak bi bakalım

2/19/2025

Lets take a walk with me

 #bilinçliyazımhatası


Gece sokak lambalarının solgun ışığında yürüyordu. Yüzüne düşen gölgeler, içindeki kırık dökük hatıraları saklıyordu. "Ne yana baksam, kırılmış şeylerin tedirgin hüznü..." diye mırıldandı kendi kendine. Cemal Süreya’yı hep böyle anlarda hatırlardı. Belki de yalnızlığı bu kadar seven biri, yalnızlığın kendisini en iyi anlatan kelimelere sığınmalıydı.


Yalnızlık garip şeydi… İnsan en çok sevdiklerinden kazık yerken öğrenirdi bunu. Önce dost dediği, sonra aşkla bağlandığı herkes bir gün usulca uzaklaşmıştı. Kimse bir şey söylememişti. Gözlerinin içine baka baka yalan söyleyenler, sırtını dönenler, en çok sevdiği zaman yalnız bırakanlar… Hep aynı sahne, hep aynı kayboluşlar… "Üvercinka gibi gitti…" Süreya’nın dediği gibi, onun da kaybettikleri hep bir yerlere usulca süzülmüştü.


Bir kahvehanenin loş ışığında oturup sessizce düşündü. Karşısındaki sandalyeye bir gölge oturmuş gibi, geçmişe dair her şey yine onunlaydı. Güven dediğin şeyin ne kadar kırılgan olduğunu düşündü. İnsanlara güvendikçe kaybetmeye mahkûm olduğunu anlamıştı. "Gülün tam ortasında ağlıyordu" derdi Edip Cansever, işte o da kendi sessizliğinin tam ortasında ağlıyordu. Kendi yalnızlığının içinden geçip giderken, aslında kimsenin gerçekten onunla olmadığını fark etmişti.


Bir gece, bir arkadaşının evinde ona rastladı. O kadın, her şeyin en güzel yaşandığı o ara boşluklarda var olan bir figür gibiydi. Birini öpüyordu. O an dünya biraz daha sessizleşti. İçinden bir şeyler koptu ama dışına yansıtmadı. Kendini kandırdı önce, gözleriyle kaçtı o sahneden. Ama bilirdi ki, kaçtığın şey bir gün seni yakalar. O an aşk başladı belki de, tam da canının yandığı yerde. Bir Cemal Süreya şiiri gibi, buruk ama kaçınılmaz.


Aşk mı? Ah… O da yarım kalmış bir şiir gibiydi. Ya sonunu getiremiyorsun ya da okuduğunda içinde boşluk bırakan bir eksiklik hissediyorsun. O da bir zamanlar âşık olmuştu. O’nu sevdiği gibi, O da onu sevdi mi, hiçbir zaman bilemedi. Cemal Süreya’nın dediği gibi, "Biliyorum sana giden yollar kapalı…" Ama yine de her yolun ucunda o kadını düşünmekten kendini alamadı. Aşk, bir şehirden bir şehre gider gibi yaşandı. Gidilen yer hep aynıydı, dökülen kelimeler de. Zaman değişse de bazı yaralar hep aynı kalıyordu.


Etrafında hep aynı insanlar vardı. Çıkarları doğrultusunda gelip giden siluetler. Şeffaf dostluklar, kırılgan bağlılıklar… Bugün samimi görünen bir çift göz, yarın boşluğa bakıyordu. Bir gün içten içe inandığı kelimeler, ertesi gün bir yabancıya dönüşüyordu. "Ben seni uzun bir yolda yürürken görmüştüm de, üşümüştüm" derdi Süreya, işte o da artık anlatmıyordu. Anlatmanın da, susmanın da aynı sonuca vardığını anlamıştı.


Bir sokak köşesinde durdu. Yağmur yeni başlamıştı. İnsanlar şemsiyelerini açıyor, hızla yürüyordu. O ise olduğu yerde kaldı. Yağmurun tenine düşmesini izledi. Sokağın kenarında oynayan çocukların neşeli çığlıklarını duydu. Onlar, hesap yapmayı bilmeyen, dünya dertlerinden bihaber masumiyetti. Ve belki de en çok onlara özeniyordu. Yağmurun altında durmanın ona hissettirdiği özgürlüğü düşündü. Belki de, hayat, sadece pencere kenarında yağan yağmuru izlemekti.


Gece ilerledi, şehir sustu. Eve döndü, kapıyı açtı. İçeri girdiğinde o tanıdık boşluk yine onu karşıladı. Odasına geçti, ışıkları açmadan pencerenin önüne oturdu. Şehrin ışıkları göz kırpıyordu. Her şey ne kadar büyük, ne kadar küçüktü aynı anda. Kendi sessizliğinde kayboldu. Belki de ancak orada, gerçekten var oluyordu…


2/08/2025

buda böyle işte

#bilinçliyazımhatası


Biliyor musun, hayat bazen ne garip bir oyun... Yolunda gibi görünen her şeyin altında gizli fırtınalar saklı. İnsan, o fırtınanın tam ortasında kalakalır da çıkış yolunu bulamaz. Eskilerin dediği gibi, “Bağa bahçe viran, gönül perişan.”


Bir kadın var mesela... Gözlerinde şafak vakti denizin üzerinde salınan yakamozların pırıltısı, ama derinlerde gizlenen bir hüzün... O kadın, her sabah dört yaşında bir masumiyetin elinden tutar; dünyanın en güzel masallarını fısıldar ona. Küçük kızın kahkahası, ilkbaharda tomurcuk veren bir badem ağacının filizlenişi gibi; nazlı, taze ve umut dolu. O kahkahanın yankısı, dünyanın tüm yükünü hafifletir de, kadın yine de yastığının soğuk köşesine gözyaşlarını bırakmaktan kaçamaz.


O kadın ki, güzelliği ancak şiirlerle anlatılabilir... Saçları, rüzgarın usulca savurduğu bir buğday tarlası gibi; elleri, dokunduğu her şeyi iyileştiren bir hekim edasında. Dudakları... Ah, o dudaklar! İbn Hazm’ın güvercin gerdanlığına benzettiği o aşk dolu öpücüklerde, dünya durur. Dudakları, ilkbaharda açan kırmızı güllerin kadifemsi dokusu gibi; öptüğünde, tenin her zerresine işleyen bir sıcaklık, yürekte tatlı bir yangın bırakır. Onunla öpüşmek, zamanın durduğu, aklın sustuğu ve yalnızca hislerin konuştuğu bir âleme açılan kapıdır. O an, dünya bütün seslerini kısar, yalnızca iki nefesin birbirine karıştığı o büyülü fısıltı kalır geriye.


Etrafında ise hep klişeler... Kendi içinde kaybolmuş, ama sanki bir yere aitmiş gibi duran insanlar. Herkes birbirine benziyor. Aynı şarkılarda, aynı masalarda ama farklı hikayelerde boğuluyorlar. O ise o kalabalığın bir parçası olamıyor. "Ahir zamanda dostun dosttan kaçması bundandır" derler ya, işte o da kimseye tam anlamıyla güvenemiyor.


Güven meselesi bambaşka... Herkes birbirine güvenmek istiyor ama aslında kimse tam anlamıyla güvenemiyor. Çünkü bir yerlerde hep bir yara var. Kimisi eski bir dosttan, kimisi bitmemiş bir aşktan kalma. Herkesin kalbi bir şekilde çizilmiş. Bu yüzden belki de kimse tam anlamıyla samimi olamıyor. Herkes, görünmez kalkanlarıyla geziyor.


Belki de bu kadar düşünmemek gerekiyor. Bazen bir fincan çay demleyip pencereden dışarı bakmak yetiyor. Kuşları izlemek, sokakta oynayan çocukların şen kahkahalarını dinlemek... Hayat bazen çok basit şeylerde saklı oluyor. Fakat biz karmaşıklaştırmayı çok seviyoruz. Belki de işin sırrı, basit düşünmekte ve küçük mutluluklarla yetinmekte.


Hayat, nihayetinde bir yolculuk. Bazen engebeli, bazen dümdüz. Ama asıl mesele o yolda nasıl yürüdüğün. Ayakkabının vurduğu yerler mi daha mühim, yoksa o yol boyunca gördüğün manzaralar mı? İşte bu seçimi yapmak, tamamen bize kalmış.


Demem o ki, her şeyi olduğu gibi kabul etmek lazım. Kendimizi de, başkalarını da... Herkesin bir hikayesi var sonuçta. Ve belki de en güzeli, o hikayeleri dinlemek, anlamak ve bazen sadece bir tebessümle geçip gitmek...


Lets take a walk with me

 #bilinçliyazımhatası Gece sokak lambalarının solgun ışığında yürüyordu. Yüzüne düşen gölgeler, içindeki kırık dökük hatıraları saklıyordu. ...