bak bi bakalım

10/15/2014

Aslında...


Bir festival filminin başlangıç görüntüsü gibidir gecenin başlangıcı ,eğer beklediğin telefon,mesaj gelmemişse aklını kurcalayan o gözlerin sahibinden... Önce elin; Açık balkon kapısından sızan ay ışığının aydınlattığı komodin görevi gören sandalyedeki sigaraya, akabinde yanındaki çakmağına uzanır, bir sigara yakar. Düşünmeye başlarsın; Rahatsızlık vermeyeceğini düşündüğün kelimelerle yüz altmış karakteri aşmayan,karakteristik karizması yüksek bir iki kelimeyle onu düşündüğünü iyi olup olmadığını merak ettiğini anlamasını istersin.

Bir yandan merakın seni cezbeder uykudan uyanmana sebep o gözlerin sana bakmayışı mı yoksa hain zamansız diş ağrın mı merak edersin. Garantilemek için bir ağrı kesici alıp beklersin. Sende varsa resimlerine , yoksa hayallerine dalarsın..

Bugün işten gelirken , halbuki o kadar emin değilken ..hatta gelemeyeceğinden o kadar eminken aldığın o gülümseyen uçan balon sabırsızca tavanı döverken belki ona gider diye yıldızları gören o balkondan azad edişinde gizliydi belki umudunun çöküş hikayesi ... 

Birlikte bağırarak söylediğiniz şarkılar gelir aklına , oda öyle düşünsün istersin. Aklını başından alan güzelliğin, aklınla başın arasındaki mesafe kadar yakın olsun istersin.halbuki metafor tamda burada gizlidir o mesafe zannettiğin kadar yakın değildir. Aklın onda , o uzakta ,o nerede aklın oradayken nasıl yakın hissede bilirdin. İşte tam burada aldığın her nefesin bir tanesi onu , diğeride içtiğin sigaranın ciğerlerinde raks etmesini istediğin içindir. Aslında nefes almak bile fuzulidir.Ama gel gelelim ruhunu kafesleyecek bir bedenin de olması şarttır.

Ama en kadim dostun kitapların bile çare bulmaz bu amansız ,manasız gidişe! Dur demez tam aksine kelimeler onu sana anlatırcasına sıralanırlar. Bir an düşünürsün seni düşünmediğini aslında senden önce o, ondan önce sen nasılsan hayatın normal aktığını, aldığın her nefesin yaşamak için olduğuna kanaat getirsin. İçindeki sevgiyi bir güzel öldürürsün.Festivallerdeki sıkıcı filmleri değil aslında kapanıştaki macera dolu aksiyon fışkıran bi aşk istersin. Nitekim bulamazsın ...

Bir süre sonra bu seni üzmez hatta çabuk atlattığına sevinirsin.Acı aslında orada durmak isteyene güzel gelir. Başarısız her girişimin seni yalnızlığa itmesine izin verdiğin gelir aklına.. Bunları düşünürken unuttuğun sigaran gelir kül tablasında... Düşünce farkına varırsın hatta bazen geç kalıp yanan halının kokusudur seni uyaran. Aşk aslında tamda o sigaranın ufak beş dakikalık hikayesi gibi değil midir ? Yakmadan önce canın ister.Yaktıktan sonra kül tablası ararsın sen yokken bakacak. Bir süre sonra o da sırtından atar ayaklarının altına değil midir o dudaklarından düşüremediğin sigaran!

ya o sigarayı hiç yakmayacaksın! yada yakıyorsan kül tablasını o ateşi hep sağlam tutmak adına sadece kül atmak için kullanacaksın. Aslında en güzeli o sigarayı bırakacaksın ve bir daha hiç hatırlamayacaksın.

10/14/2014

Zamanı gelince

O küçücük ellerinin,babasının kocaman parmakları arasında kaybolmasını hayranlıkla izliyordu.O kalabalığın adının "Pazar" olduğunu o salı öğrenmişti.Aklı daha fazla  karışıyordu Ahla'nın günleri yeni öğrenmişti oysa, zaten bu aralar hayatına bir sürü yeni şey giriyor. zaten karışık olan kafasını daha fazla karıştırıyordu.Babası olmasa ne olacaktı sorduğu o her soruyu bir çırpıda bilen herşeyin yüce kaynağı babası aklından ne geçirse en geç bir hafta içinde yatağının başucunda buluveriyordu,ne sorsa daha soru bitmeden cevabı geliyordu.O da hemen sordu

- Bugün pazar değil ki salı,burasının adı ne diye sordum deyip o kocaman ellerin sahibinin dikkatini kendine çekmek istedi
- Bak Ahla burası pazar evet salı günleri burada ama yarın ve sonraki günler başka yerlerde kuruluyorlar.Belkide ilk defa ben bile yokken pazar günü kurulmuştur o günden sonrada adı "pazar" olmuştur.deyiverdi.
belki gerçek bir bilgi değildi verdiği ama o kaynak daha önce hiç yanılmamıştı.En azından Ahla için ...

Ahla bir yeni kelime için hazırladığı, o raflarına toz konamamış dağarcığına, bu kelime daha önce bir çok kez kulağına çalınmış olsada bu kez ilk defa duyarcasına anlamını merak etti ve yanındaki o yüceliğiğe sordu

- "Belki" ne demek
hiç bir soru beraberinde bu kadar sessizlik getirmemişti.


Ahmet kızının sorularından hiç bir zaman sıkılmazdı. Ama onu yiyip bitiren kanserin son evrelerinde olduğunu birtek o biliyordu.Doktorlar kurtarılamayacak kadar kötü olduğunu anlatmak istediklerinde tek bir cümle düştü dudaklarından, kristal bir bardak gibi düşmüştü o muayenehanenin o streil mermer zeminine...  "Ama benim Ahla'm daha çok küçük" ...

Yorgun bedenin katlanacak hali kalmıyordu. Bitmek üzere olan bir mum, gazı biten lamba gibi yalpalıyordu Ahmet  ,Ahla o anda babasının sızısını  anlarcasına yüzüne baktı ve sustu. Kötü bir şey yapmıştı sanki babasına sorulmaması gereken bir soru sormuştu.Yüzü düştü ellerini daha bir sıkı tuttu babasının gideceğini anlamış gibiydi. O kaşık kadar ufacık yüzüne orantısız ,ama bir o kadar kocaman ve güzel gözleri daha da büyüdü babasına özür dilercesine bakıyordu.

-Zamanı gelince.... diyebildi Ahmet

Ahmet bir ara konuşmak istedi.Etraf kararıyor sesler bir mağaranın içerisindeki gibi yankılanıyordu. duyabildiği tek ses kıymetlisinin ağlayışı ve o küçük yaşına rağmen haykırarak "yardım edin" diye bağrıyor olmasıydı. Bunlar Ahmet'in son duyduğu sözlerdi.

Evdeki kalabalık bi yana , evin içinde bütün kadınlar başörtülü kimse gülmüyordu. az önce şehrin her yerinden görünen cami de bir kutunun önünde durmuşlardı. herkes ağlıyordu.Beyaz giysili , sarıklı temiz yüzlü bi adam soruyordu "hakkınızı helal ediyor musunuz?" hep bir ağızdan "helal olsun" denildi birkaç kez. Henüz 4 yaşındaydı.Babasının bir daha geri gelmeyeceğini biliyordu.

Ama o kutu neydi ?
Neden önünde babasının en yakışıklı resmi vardı?
Neden Annesi O nu kucağından atarcasına bırakıp o kutuya sarılıyordu?
Belki ne demek ti ?
Babası O yüzden mi gitmişti gelmemek üzere ?

Çok fazla soru vardı.Uykusu geliyordu sürekli yoruluyordu.Birde başının okşanmasından sıkılmıştı. saçlarını hep babası tarardı. "Altın saçlı kızım" diye severdi. Gözleri bir deniz kadar mavi,saçları en parlak güneş kadar sarıydı.

"Zaman" kelimesini okumayı ilk öğrendiğinde bir gazetenin üzerinde görmüştü.Kendi evlerinde de değillerdi üstelik.Hiç konuşmayan, aslında o zaman kadar çokta sık görmediği dedesinin evinde geçirdikleri üçüncü yıldı. Okula başlamıştı. Artık annesini daha az görüyor gördüğünde ise yorgun oluyordu.Bazen saçlarını bile o küçük elleri ile kendi tarıyordu. En önemlisi "belki" nedemek artık biliyordu.

Yıllar adeta başı boş vahşi bir at gibi dörtnala geçiyordu. Ahla çok soru sormamanın yolunu boş zamanlarının tamamını kitap okumakta bulmuştu.Hep sessiz bi çocuk olmuştu o zaten sevdiği şekerlerden de satılmadığı için pazara da gitmiyordu.Annesine yardımcı olmak için elinden geleni yapıyor. En büyük ödülü de o yorgun gözlerin ona gülümsemesi ile alıyordu.

Üniversite bittiğinde evde bir kişi daha eksilmişti.Nedense Ahla buna üzülmemişti.İlkini çok uzun zaman önce gördüğü adının Cenaze olduğunu,o kutunun tabut olduğunu öğrendiği sade bir törenle dedesini 85 yaşında toprağa vermişlerdi.Etrafta konuşmalara kulak kabartıyor bir yandan neden üzülmediğini düşünüyor.Kendine kızıp ,kızmamak arasında gidip geliyordu.Konuşmaların arasında "Zamanı gelince herkes gider" dedi birileri sanki biri bunu kulağına fısıldamıştı. irkilerek arkasını döndüğünde kendi yaşlarında, özensiz taranmış saçları ile bir delikanlı duruyordu.

"Pardon tanıyamadım" diyerek aradaki mesafenin yakın olmasından rahatsız olduğunu belirten bir tavırla bir adım geri attı.

-Bi tabi çünkü tanışmıyoruz. Ben Orhan bu taraflarda oturuyorum. evimin camından görünüyor bu avlu insanların hüznüne dayanamadığımda  aşağıya inip baş sağlığı diliyorum.Başınız sağolsun amca yaşlıydı herhalde diyerek.Kendini tanıttı

-Evet dedemdi ve seksen beş yaşındaydı.

Tarif edemediği bir şeyler oluyordu.Okul hayatı boyunca sessiz olmasından ötürü en iyi dostu annesi dışında etrafında çok kimse yoktu. Sosyal olmasına karşın hiç aşk yaşamamıştı.işte tamda bu yüzden vücudunda oluşan bu manasız avuç terlemesinin karşında duran kahverengi gözlerin içine içine bakmaktan alıkoyamayışınıda anlamlandıramamıştı.

Bir ara yardım istercesine annesini aradı gözleri,ilginçti ama annesi de çok üzgün değildi.Çok sevmiyorlardı zaten tek savunması buydu.Peki sevmediğimiz biri öldüğünde üzülmüyor olmamız çok acımasızca değil miydi ? Annesi ile göz göze gelmeye çalışırken Orhan bir kez daha sessizliği bozdu.

-Maliye mezunuyum.Yeni atandım ya sen ...

Bir otobüsün ön koltuğunda ani frene maruz kalmışcasına hayata dönen Ahla bir çırpıda cevap verdi.

-Sosyoloji mezunuyum bende atama bekliyorum.Memnun oldum tanıştığıma ama gitmem gerekiyor.

Bunları söyleyen aslında o değildi sanki.Birden ellerinde hissettiği sıcaklığı en son ne zaman hissettiği aklına geldi.
Ne zaman ellerimi ellerine almıştı?
Neden bu kadar sıcaktı ?
alamıyordu kendini ... Orhan bir eli ile bileğinden tutarak zorla tokalaşmak için  elini eline koymuştu Ahla'nın peki bundan rahatsız olan var mıydı. Tam aksine havai fişekler patlıyordu belkide bir cenazede ilk defa sadece bunu Ahla görsede çok eğlenceliydi.O salı günü pazarda ne kadar mutlu olduğu geliyorsa böyle durumlarda yine aynı gün cereyan eden kaybedilmişlik sarıyordu etrafını kimseyi kaybetmemek için kimseyi almıyordu hayatına aslında.

¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤ ¤

.2.
Okuduğu üniversitenin bünyesinde çalışmaya başlayan Ahla ilk iş olarak kıymetlisinin daha fazla çalışmasına müsaade etmemek olmuştu.O yaşlı suratsız,sevimsiz yaşlılıktan ve hayattan sadece kötü şeyleri yüzüne alan adamın yerine artık annesi geçmişti. Sokaktan köşeyi döner dönmez annesini göreceğini bilen Ahla koşarak dönüyordu. Hatta bazen tutturamıyor , sokağın köşesindeki o virane evin duvarına bir omuz atıyordu "yıkıl yıkıl ki daha erken görebileyim annemi" diyordu sanki! Ama bir yandan koşturmasında ki en büyük korku orada olmamasıydı kaldıramazdı.

Son zamanlarda kaygılarını cami avlusuna bakan bir balkonda uzun uzadı sohbetler edip, hayattaki kaygılarını paylaşabildiği bir çift kahverengi göz vardı hayatında "kuzum" diye sesleniyordu Orhan her ne kadar sevmese de o O'na hep öyle sesleniyordu. Eve girer girmez annesinin sağ yanağına her seferinde öyle bir öpücük kondururdu ki gözlerinin mirasçısı olduğu annesi kocaman açardı o gözleri ama sesini çıkarmazdı.Ahla elini yüzünü yıkayarak hemen sofraya oturuyor.Annesi böyle yaptığında Orhan'a gideceğini biliyor bir yandan üzülüyor ama bir yandan tezgahta ufak plastik kaplara anne yemeği koyuyordu. Ahla farkına varsa bile sesini çıkarmıyor hatta bazen Orhan'a Ben yaptım nasıl olmuş kuzum diye nabız yokluyordu. İnandıramasada ... Eğleniyorlardı. Yıllar o kadar çabuk geçiyordu.Annesine baktığında zamana karşı koyan güzelliği karşısında ,başkalarını kıskandıran güzelliği çirkin geliyordu. 

Bunu ne zaman kuzu'suna söylese,Orhan önce kaşlarını çatıp sonra cümleye şöyle devam ediyordu.Ama bu sefer hınzır bir gülümseme vardı.


Ben babasız ve annesiz büyüdüm. Annen Son 4 senedir neredeyse her gün usanmadan. kendi öz evladıymışım gibi endişeleniyor benim için yemekler gönderiyor. Hem senin bana gelmene bişey demiyor. Bence sende annen yaşına gelince o nun kadar güzel olacaksın. onun güzelliği ruhu ile kutsayacak sarı saçlarını beyazlatırken söz sana yanında olacağım sana çay demleyip kitap okuyacağım. annen kadar güzel olacak kızımız. tabi sen bu yüzüğü parmağına takmaya ve eşim olmaya  karar verirsen hemen "evet" demek  zorunda değilsin diye devam ederken ...

Boynuna sarılarak ağlamaya başladı Ahla ! hemen eve gitmeliydi. bunu kıymetlisine anlatmalıydı.Paylaştıkça büyürdü mutluluklar ,buruktu biraz aslında annesi biraz üzülmüştü göremeyeceğinden korkuyordu.

Güneş parçam çok mutlu oldum. Allah tamamına erdirir inşallah kim isteyecekmiş seni varmı Orhan'ımın kimsesi ?

Düşünmemişti ki Ahla bunu istemeseler olmaz mıydı ? Onlar istiyordu nasılsa kime neydi ?

"Sormadım kıymetlim istemeseler olmaz mı" dedi.Annesi tatlı sert kaşlarını çattı "belki ben vermeyeceğim güneş parçamı" diyerek güldü ve ekledi,Orhan'ı çağır.Konuşacaklarım var.

Ertesi gün hiç bu kadar geç gelmemişti. Babası öldüğünde bile zaman bu kadar yavaş akmamıştı alt taraftaki kiracılarının kızı ile odaları altlı üstlüydü. Aşağı katta tüm asaleti sesine yansımış. Bodrum paşasının sesi geliyordu."Gülünce gözlerinin içi gülüyor" diyordu sanki tamda babasını düşünürken babasından bir mesaj gibi geldi. Aklına o eve geldiklerinden beri o evde hiç pikapta müzik dinlemediğini o evde duyduğu tek müziğin  akşam haberlerinin kapanış müziği olduğu geldi aklına çok mutluydu biraz daha fazla sevinebilirdi. Artık tutunacak bir dal olmaktan ve tutunacağı bir dal olmasından çok memnundu. Aklını hala kurcalayan tek bir şey kalmıştı.Gece neden bu kadar yavaş akıyordu. Babasından çok mu sevmişti Orhan'ı sevmeli miydi? Yine bir sürü soru geliyordu. Sorular çoğalınca birileri bir yıldız gibi kayıyordu hayatından soru sormayacaktı. artık hemen bir kitap arandı dağıtmak için kafasını bulduğu ilk kitabı. Çölde su bulan bedevi misali içercesine okudu ama okuduğu her satır saatleri geri atıyor. Orhan'ı sorguluyor eksiğini arıyor. Babası ile karşılaştırmasına sebep oluyordu. Gece tüm kasvet birlikleri ile aklının duvarlarını dövüyordu.

Neyse ki sabah ezanı yetişti imdadına destek ekip olarak sabahın ilk ışıkları altın bir ejderha gibi odadaki tüm kasveti yakarak yok etti. koşarak elini yüzünü yıkadı. Kıymetlisi çayını yudumluyor Altın saçlısı ilk lokmasını almadan yemeyen vefakar kadın oracıkta günün sağ yanağı sarsan ilk öpücüğü ile ödüllendirildi.

-Çocuksu ama bir okadar da bilge bi sesle "artık Kuzunu öpersin" dedi

İlk lokması boğazında kalıyordu neredeyse çayı zar zor yetiştirdi

Annesinin gönlünü sessiz bir öpücükle alan Ahla bakışları ile annesine bir kez daha eşsiz olduğunu anlatmıştı. O vefakar anne gözleri dolu kızının işe yetişmeye çalışmasını hayranlıkla izliyordu.

Orhan ilk fırsatta koşar adımlarla müstakbel kayın-validesinin evine gelmiş. Yıllardır birbirlerini tanımanın vermiş olduğu samimiyet, resmiyet kazanacak bir akrabalık bağı üzerine uzun bir konuşma gerçekleştirmişlerdi. Çıkan karar şöyleydi.

Öncelikli olarak Ahla'nın üzülmesine kati suretle müsaade edilmeyecekti hali hazırda çok ince düşünceli olan Ahla annesinin ve Orhan'ın bir tanesiydi. Genel yaşam şartları göz önünde bulundurulduğunda ;
Her iki tarafında akrabası yoktu. Ahla'nın da onayı alınarak mütevazi bir törenle evlenilecekti. Zaten Ahla çocukluğundan beri annesinin gelinliği ile evlenmek istiyordu. Tüm masraflar ortak karşılanarak yatak odaları ve evin bir kısmı tekrar dekore edildi. herkes o kadar mutluydu ki...

Ahla içinden hep;  Zamanı gelince bu demekmiş her mutluluk içinde hüznü barındırırmış. keşke babamda olsaydı diye hayıflanıyordu. Annesi ile her göz göze gelişinde aynı şeyleri düşündüklerini anlıyor birbirlerini "evin direği de burada olsaydı oda böyle olsun isterdi" dercesine onaylıyorlardı.

Zaman hızla akıp geçiyordu. Her şey istedikleri gibi olmuş.evliliklerinin ilk yıllarında erkek evlatlarını babasının adı ile onurlandırarak Ahmet, ondan tam beş yıl sonra aralarından görevini lağıyla yerine getirmişcesine eşini yalnız bırakmamak için cennetin en güzel köşesine Ahmet'ine kavuşan annelerinin adını da kızlarına Meral ismini koyarak taçlandırdılar. Evlilikleri bir birlerine bir ömür boyu duydukları sonsuz sevgi ve saygı çerçevesinde devam etti. Mutlu mesut yaşadılar.

SON 



Lets take a walk with me

 #bilinçliyazımhatası Gece sokak lambalarının solgun ışığında yürüyordu. Yüzüne düşen gölgeler, içindeki kırık dökük hatıraları saklıyordu. ...